Martin Eden
Jack london , andrew sinclair ( introduction ).
480 pages, Paperback
First published January 1, 1909
About the author
Jack London
Ratings & reviews.
What do you think? Rate this book Write a Review
Friends & Following
Community reviews.
The one opened the door with a latch-key and went in, followed by a young fellow who awkwardly removed his cap. He wore rough clothes that smacked of the sea, and he was manifestly out of place in the spacious hall in which he found himself. He did not know what to do with his cap, and was stuffing it into his coat pocket when the other took it from him.
During those several weeks he saw Ruth half a dozen times, and each time was an added inspiration. She helped him with his English, corrected his pronunciation, and started him on arithmetic. But their intercourse was not all devoted to elementary study. He had seen too much of life, and his mind was too matured, to be wholly content with fractions, cube root, parsing, and analysis; and there were times when their conversation turned on other themes – the last poetry he had read, the latest poet she had studied. And when she read aloud to him her favorite passages, he ascended to the topmost heaven of delight. Never, in all the women he had heard speak, had he heard a voice like hers. The least sound of it was a stimulus to his love, and he thrilled and throbbed with every word she uttered.
“It was work performed! And now you feed me, when then you let me starve, forbade me your house, and damned me because I wouldn’t get a job. And the work was already done, all done. And now, when I speak, you check the thought unuttered on your lips and hang on my lips and pay respectful attention to whatever I choose to say. I tell you your party is rotten and filled with grafters, and instead of flying into a rage you hum and haw and admit there is a great deal in what I say. And why? Because I’m famous; because I’ve a lot of money. Not because I’m Martin Eden, a pretty good fellow and not particularly a fool. I could tell you the moon is made of green cheese and you would subscribe to the notion, at least you would not repudiate it, because I’ve got dollars, mountains of them. And it was all done long ago; it was work performed, I tell you, when you spat upon me as the dirt under your feet.”
"But, Martin, if that be so, if all the doors are closed as you have shown so conclusively, how is it possible that any of the great writers ever arrived?" "They arrived by achieving the impossible," he answered. "They did such blazing, glorious work as to burn to ashes those that opposed them. They arrived by course of miracle, by winning a thousand-to-one wager against them. They arrived because they were Carlyle's battle-scarred giants who will not be kept down. And that is what I must do. I must achieve the impossible."
“Ruth, eğer açlığı ve susuzluğu, sıcağı ve soğuğu hissediyorsa, aşkı da hissedebilir, yani bir adama aşık olabilirdi. Eh Martin de bir adamdı. Neden o adam olmasındı? ‘İşleri iyi etmek benim elimde,’ diye hararetle mırıldandı. ‘O adam ben olacağım. Kendimi o adam haline getireceğim. Her şeyi iyi edeceğim.’ “ (115) “Ne diyordum, buradaki bütün erkek ve kadınların aydınlık, ışıl ışıl olduğunu sanırdım. Oysa şimdi, gördüğüm kadarıyla söylüyorum ki bir avuç ahmakmış bunlar.” (280,281) “Hayat hakkında, kitaplar hakkında onlardan daha fazlasını biliyor, aldıkları eğitimi hangi köşe bucağa, hangi kuytuya attıklarını merak ediyordu.” (282) “Çevresindeki dünyadan kopmuş vaziyette, sersemlemiş bir halde, önceki hayatının edebi gerekliliklerine aşina bir hayalet gibi çalışıyordu. Hayaletlerin ölmüş ama öldüğünü fark etmemiş insanların ruhları olduğunu duyduğunu hatırlayınca, öldü de bundan haberi olmadı mı diye anlamak için bir an çalışmasını kesti.” (401) “Hiç konuşmadan uzun süre oturdular; kız ümitsizce düşünüyor, adamsa yok olmuş aşkına kafa yoruyordu. Onu gerçekten sevmediğini şimdi anlamıştı. Sevdiği şey Ruth değil, idealize ettiği, kendi kafasında yarattığı uhrevi bir şeydi; kendi aşk şiirlerindeki ışık saçan ruhtu. Hakiki Ruth’u, sınıfının tüm o kusur ve zaaflarını taşıyan, o sınıfın psikolojisinin umutsuz sınırlarıyla kısıtlanmış burjuva Ruth’u hiç sevmemişti.” (460)
Hayatı boyunca sevgi açlığı çekmişti. Sevgiye hasretti. Varoluşunun temel talebiydi sevgi. Ama hiç sevgi görmemiş ve zaman içinde katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu fark etmemişti bile. Şimdi de bilmiyordu. Sadece sevginin nasıl ifade edildiğini görmüş, yüreği hoplamış ve ne kadar güzeli yüce ve muhteşem bir şey olduğunu düşünmüştü.
Onlardanmışçasına sahte davranışlar içine giremezdi. Bu kisve başarılı olamayacağı gibi kendi doğasına aykırıydı. Sahte ve içtenliksiz davranışlara yer yoktu onda.
Şu güneşin altındaki hiçbir sebep sadece türdeşlerim çoğunluk olarak onu beğeniyor veya beğenmesi gerektiğine inanıyor diye o beğeniyi benim de taklit etmemi gerektirmez. Hoşlandığım ya da hoşlanmadığım şeylerde modayı takip edecek değilim.
Join the discussion
Can't find what you're looking for.
IMAGES
VIDEO
COMMENTS
For me, Martin Eden was both. Meet young Martin Eden: a sailor, a commoner, an illiterate, a Mr Nobody, were it not for one thing: his boundless, painful sensitivity to beauty. Martin Eden can be described as naive in many (or possibly all) respects, but not this.